KÜTÜB-İ SİTTE YAZARLARININ HEPSİ İRANLIDIR

İran ve Şia inancına antipatisi olan sünni avam, acaba hadis yazarlarının sünni olduğunu mu sanmaktadır?

Bu soruyu sordum çünkü sünni alimler, bunun böyle olmadığını bilirler fakat avama bildirmezler!

Hadis kitaplarının bir kısmı değil, sünni müslümanların sahih olarak telakki ettikleri kitapların altısının da yazarı İran kökenlidir. Bunlar;

  • Müslim
  • Buhari
  • Tirmizi
  • Nesai
  • Ebu Davud
  • İbn Mace

Bu yazarların hepsi de İran’ın kültür muhitinden çıkmış insanlardır.

Hadislerin hicretten sonra 2. yüzyıl içindeki derleme ve toplanma döneminde, İran’da bir devlet kurulmuştur.

Bu devlet, Saman Hüda isimli kişinin kurduğu Samanoğulları Devletidir ve Samaniler dönemi İran milletinin başlangıcı olarak kabul edilir.

Samaniler eski İran kültürünü canlandırmakla kalmadılar, İslamiyetin yayılması için de büyük çaba sarf ettiler. Egemenliklerini kabul ettirmek için Sasanilerin devamıymış gibi davranmışlardır. 

“Saman”, huzur ve sükunet anlamına gelir. Kurucusu Nuh Bin Saman İranlı soylu bir aileden gelmiştir.

Bu devlet, Abbasi hanedanlığıyla çok iyi diyalog kurmuştur. Samanoğulları prensleri Abbasiler nezdinde çok itibar görmüşlerdir.

Onların da desteklemesiyle bu devletin himayesi ve desteği sayesinde onların muhitinde hadisler derlenmiş, ilk kitaplar meydana getirilmiştir.

Özellikle Samanoğullarının devlet otoritesiyle bu kitaplar sahih kitaplar kabul edilip, bunların dışındaki kitaplar ise sahih sayılmamıştır.

Abbasi Devleti ile ittifak halindeki Samanoğulları Devletinde, Kütüb-i Sitte olarak bilinen bu altı kitap sahih kitaplar olarak kabul edildi.

Önce Sasanilerin İslam ile tanışmalarını, devamında Samanilerin İslama hizmetlerini aşağıda kısa bir tarih bilgisi ile özetleyebiliriz.

Sasaniler, Kadisiye savaşında aldıkları yenilgi sonrası imparator 3.Yezdigirt, ardında imparatorluğun devasa hazinesinin çok büyük bir kısmını bırakarak doğuya kaçtı. Sonrasında Sasani askeri kanadının özel atlı birlikleri olan Azadanlar Arapları yenebilirdi fakat daha önce hudut boylarında müslümanlar ile tanışmışlardı. Müslümanları tanımaya ve yavaş yavaş İslamiyetin etkisi altına girmeye başlamışlardı. İşte o etki Celula’da kendisini gösterdi. Altı bin İranlı asker Müslümanlarla savaşmak istemedikleri, müslümanların haklı olduğuna inandıkları gerekçesiyle savaşmadılar. Bu durum İran askerleri arasında bir moral çöküntüsüne sebep oldu ve Celula’da ağır bir yenilgiye uğrayıp ülke içlerine doğru çekildiler.

Bu not olarak bir kenarda dururken buradaki asıl konu; bu hadiseden sonra İran halkı kutsal saydıkları krallarının, yöneticilerinin,  din adamlarının kendilerini terk ettiğini düşünmesiydi. Çünkü Kral İran’ı terk edip Çin’e sığınmıştı. 

Halk bu terk ediliş düşüncesinden sonra İslam ile yüzleşmek zorunda kalmış ama sonunda İslamı din olarak kabul etmişlerdir.

Dolayısı ile İranlı bürokratların emirleriyle İslam’ı öğrenmek amaçlı incelemeler başlatıldı.

O dönemde Kur’anı öğrenmek amacıyla Arap dili incelenmeye başladı.

Arapça gramerini ilk yazan kişi dahi, Sibeveyhi isminde bir İranlıdır. 

Devamında, İranlılar Arapların eski cahiliye şiirlerini derlediler. Babadan oğula dinleyerek gelen cahiliye devrinin şiirlerini ilk defa İranlılar derlemeye başladı. Arap şiirlerini sadece yazıya çekmediler aynı zamanda ahenk konumunu, şiir türünü, vezinlerini belirlemeye de çalıştılar.

Akfeş isimli bir İranlı, cahiliye devrinin şiirlerini vezinlerine ve ahenklerine göre kategorize ederken, yine İranlı filolog Halil Bin Ahmed Arap şiirlerine dayanarak aruz veznini bile kurmuştur.

Özetle İranlılar yoğun bir şekilde İslam kültürünün içine girmiş ve İslamiyeti incelemişlerdir.

İranlılar bir yandan da Pehlevice şiirleri Arapçaya tercüme ediyor, bazıları çöllere gidip orada yaşayan insanların konuşmalarını, Arap dilinin kelimelerinin inceliklerini öğrenmek, çöldeki Arapların hangi kelimeleri hangi manada kullanıyor olduklarını derlemeye çalışıyorlardı. Bunu yapmalarındaki amaç Kur’andaki kelimelerin gerçek manalarına ulaşmaktı.

Daha sonra İranlılar Muhammed nebiden hatıralar ve sözler derlemeye başladılar.

Araplar ise yeni yeni yazı öğreniyorlardı. Hiç yazılı kaynakları yoktu. Tek yazılı kaynakları Kur’andı.

Muhammed nebinin önünde Yahudilerin hadis kitabı olan Talmud varken, belki olabilecekleri tahmin ettiğinden belki de ilahi bir emir gereği, Kur’andan başka bir şey yazmayın, emri vermişti. Yazım işi yalnızca Kur’an için kullanılıyordu.

İranlılar, bir yandan yazılı Arap edebiyatını derlerken diğer yandan hadisleri de derlemiştir. O derleyenlerin başında ise yukarıda bahsedilen Kütüb-i Sittenin muhaddisleri olan 6 kişi öne çıkmıştır..

O dönemde bu çalışmalar özellikle Samanoğulları tarafından teşvik de edilirken Samanoğulları iktidarı gölgesinde Abbasiler de buna katılarak hadisler derlemiştir.

Bu dönemler İranlıların tabiriyle, hadis uydurmacılığı kervanınının yürümeye başladığı dönemlerdir. 

Hadis uydurmacılığı ifadesi; İslam ve hadis düşmanlığı yapmak suçlaması gibi ağır bir saldırı ile bastırılabilecek, altı ve içi boş bir konu olmayıp, bu ifadenin nedenini bir başka başlıkta sizlerle paylaşacağız.

Peki ya Türkler?

Samanoğulları İslamın yayılması için büyük çaba harcarken, tarihçilere göre Samanilerin gayretleri ile o dönemde yaklaşık 200.000 Türk İslamı kabul etmiştir. 

Türkler İslam ile geç tanıştığından, İran kültürü ve zerdüşt inancından kalan kalıntılar, yazılı Arap edebiyatı ve İslamın içine maalesef nüfuz etmiş ve hatta yer yer egemen olmuştur.

Subscribe
Bildir
guest
4 Yorum
En Yeniler
Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments
Fahri
Fahri
Reply to  Nursel Durabay
3 Temmuz 2022 02:37

Alışılagelmiş geleneksel öğretilerden kurtulup bu tür konuları yazıya dönüştüren az sayıda insan var. Kendi adıma faydalandığım bilgiler, umarım yazılarınız daha fazla kişiye ulaşır. Yanıtınız için teşekkür ederim.

Fahri
Fahri
28 Haziran 2022 08:40

Konuyla tam alakalı değil ama ‘Arapça gramerini ilk yazan kişi dahi, Sibeveyhi isminde bir İranlıdır.’ demişsiniz. Yani araplar grameri olmayan bir dil mi konuşuyorlardı? Biraz açarmısınız, gramersiz bir dilin oluşabileceğini düşünmüyorum.