Şimdi diyanetin meali ile başlayalım;
Ali İmran-7: “O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir.[84] Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”
(84) numaralı açıklaması: Müteşabih âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukatta’a” bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.
Şimdi incelemeye başlayalım;
Ali İmran-7. ayette müteşabih ayetin tevilinin; “Sadece Allah bilir” ya da “Allah ve ilimde derinleşenler bilir” şeklinde 2 farklı meal edilmesini, ayrıca bu ayetin de müteşabih olmasına delil olarak görenler var.
Fakat bu 2 farklı anlamdan biri, iddianın tam aksine içinde birçok yanlış içeren ciddi meal hatalarıdır.
İddia edildiği üzere 2 anlamı olmasından dolayı bu ayet, müteşabih mi yoksa meal hatası mı olduğunu anlamanın yolu, içindeki kavramları net anlamak ve örneklerini Kur’anda incelemektir.
Benim tespit ettiğim bazı gramer hataları;
İsimlerin fiil olarak meal edilmesi ve edatlara en genel anlamlarının verilmesi ve tevil kelimesindeki anlam kayması bir dizi hataya sebep olmuşken, en önemli hata;
Kur’anda önemli yer tutan müteşabih ayetlerin tevilinin sadece Allah tarafından bilineceği iddiasıdır.
Çünkü Allah ile ilimde derinleşenler arasındaki (وَ) bağlacı yok sayılarak cümle bitirilmiş, “ilimde derinleşenler” yeni cümlenin başlangıcı kabul edilerek meal edilmiştir.
Oysa böyle bir hamleyi gerektirecek gramer nedenli bir sebep yoktur.
Fakat tevil kelimesinin anlamı kaydırılarak, zamanla tefsir olarak kabul görmesi ve Hud-1. ayetin ancak Allah ayetleri tefsir eder beyanı ile birleşince, ulu’l elbabı dışarda bırakmak amaçlı bu hamle yapılmıştır.
Ve bu hamle, düşmüş büyük bir çığ kütlesi gibi müslümanları belirsizlikte bırakmıştır.
Ayeti birebir meal etmeye gayret ettim. Fakat Türkçe anlam bütünlüğünü sağlamak için parantez kullanmak zorunda kaldım. Doğru meal;
Ali İmran-7: “El-Kitabı sana indiren O’dur. O’ndan muhkem ayetler (ki) onlar Kitabın anasıdır (esasıdır). Diğerleri müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlara gelince, onu(kitabı) tevildeki maksat; fitne maksatlı ondan(kitaptan) birbirine benzeştirilenlerin (müteşabih ayetlerin) ardına düşmektir. Oysa onun tevilini Allah ve ilimde derinleşenlerden başkası bilmez. (İlimde derinleşenler) “Biz O’na iman ettik, hepsi Rabbimizdendir.” derler. Ulu’l-elbab’tan başkası öğüt almaz.”
Görüldüğü üzere; müteşabihin tevilini sadece Allah değil aynı zamanda ulu’l elbab da bilir.
Muhkem, müteşabih ayetler nedir? Ulu’l elbab kimlerdir? Yazımın linki;
Bu şekilde meal etmemin sebeplerini ve yapılmış hataları sıralamak gerekirse;
(الَّذ۪ينَ): Şart edatı değil, ilgi zamiridir. Ve “olanlar/olanlara” anlamındadır.
(زَيْغٌ): Sapkınlık, eğrilik.
(اَمَّا): Şart edatıdır “-e gelince, -ise, her halükarda” anlamlarına sahiptir. Şart cümlesine verilen cevabın içindeki fiilin başında mutlaka (فَ) bulunur. “feyettebi’ûne” fiilinin başında da (فَ) bulunur.
(ابْتِغَٓاءَ): İsim olmasına rağmen fiil olarak çevrilmiştir. İsim olarak; “Maksat, gaye. Talep, arzu, istek” anlamlarına sahiptir. Bu kelime aynı ayette peş peşe kullanılmasına rağmen çıkarmak, açıklamak, yapmak, bulmak, uydurmak, yüklemek, etmek, vb anlamlarda meal edilmiştir.
(تَشَابَهَ): Te’faul babında mazi fiil olmasına rağmen, isim olarak çevrilmiştir. Bu bab fiile, isteşlik anlamı verir. Yani “yardım etmek-yardımlaşmak” fiilinde olduğu gibi, “benzetmek-benzeştirmek” anlamı verir.
(وَمَا): Anlamlarından biri “Oysa” dır..
(اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ): Bu ifadenin tanımını, bizzat ayetin kendisi verir.
Kur’an hem kendisini tefsir eder hem de kendisinin sözlüğüdür.
Allah ve ilimde derinleşenler müteşabih ayetlerin tevilini bilir.
Ancak tevilini bilen insan öğüt alır. Bilmiyorsa öğüt almaz.
Ayete göre öğüt alacaklar da ulu’l-elbab olduğuna göre, ulu’l-elbab; ilimde derinleşenler, ilme vakıf olanlardır.
Gramerle sıkmak istemem ama ulu’l-elbab’ın anlamına, ayetin tanımı dışında dil bilgisi ile de ulaşabiliriz.;
اُلُوا veya اُولُوا (çoğuldur ve tekil hali yoktur; اُولَاتُ dişi hali) Sahip olma, sahiplik anlamlarına sahiptir..
لَبَّ esasen لَبِبَ : Akıl ve zekaya sahip olmak. Bademi kırmak ve çekirdeğini çıkarmak. Bir şeye ve işe bağlı kalmak. Bir yerde durmak, ikamet etmek demektir.
(الْاَلْبَابِ), (لُبّ)‘nin çoğuludur.
(لُبّ): İç, öz, her şeyin iyisi, hülasası demektir.
Bu durumda ulû’l-elbâb; İşlerin içini, özünü, hakikatini bilenlerdir. Bunlar da ilimde derinleşenler, ona vakıf olanlardır diye izah yapmış olayım.
Kur’anla muhatap müminler, özellikle müminler vurgusu yapıyorum sayın ibrahim, Kur’andan hüküm çıkarabilir.
Hüküm çıkarmak müslümanın görevidir.
Fakat rasul-nebiler dahi HÜKÜM KOYAMAZ, SADECE HÜKÜM ÇIKARIR.
Çünkü din Allah’ın dinidir. Ve ancak dinin sahibi ALLAH, HÜKÜM KOYAR.
Sn. Nursel hanım; bu durumda şu soruyu sormam gerekiyor;
✓Ulul elbab/ilimde derinleşenler,, bu calismaları nedicesinde hüküm çikarabilir mi/hüküm koyabilirmi ?.