Diyanetin meali ile başlayalım:
Bakara-286: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”
“(أ ص ر) kök harflerinden türeyen (اَصَرَ) kelimesinin bir çok anlamı vardır. Bunlardan bazıları; kırmak, meyletmek, sınırlandırmak, susturmak, mahrum etmek, rehin, esir veya gözaltına almak, alıkoymak, engellemektir.
İsimleşsen الاِصْرُ kelimesinin aslı ise bağ, kelepçe demektir. Sonradan ahd manasında kullanılmıştır.
(اَصَرَ) kelimesinin mastar isimleriyse hepsi aynı olmak üzere; (اَصْرًا), (اِصْرٌ), (اَصْرٌ) ya da (اُصْرٌ)‘dur.
Bu mastar isimlerin her biri aynı kelime olmakla birlikte farklı anlamlara sahiptir. Yani eş seslidir. Bunlar; (1) Antlaşma, yemin; (2) ağır bir anlaşma ya da ağır bir sorumluluk veya ihlal ederse kişinin cezaya çarptırılacağı bir emir, hapsetme; (3) ağırlık veya yük; (4) günah; suç; saldırı; (5) bir günahın ıstırap veren cezası; (6) bir kişiyi bir şeye meylettiren şey; (7) ayrılmayı veya azat etme yükümlülüğü barındıran bir yemin; (8) kulak deliği.
Bu kelime Kur’anda 3 ayette yer almıştır. Bu ayetler;
- Ali İmran-81
- Araf-157
- Bakara-286
Bu ayetlerin doğru mealleri üzerine çalışmalar yapmıştık. Sıra ile hatırlayalım;
1) Ali İmran-81: “Allah, Nebilerden söz almış iken. “Size kitap ve hikmet verince; sonra sizin yanınızda olanı tasdik eden bir rasul gelince, ona inanacak ve yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ısrimi(اِصْر۪يۜ) üzerinize aldınız mı?” dedi. “Kabul ettik.” Dediler. (Allah)“Öyleyse tanık olun, Ben de sizinle birlikte tanık olanlardanım.” dedi.” olur.
Bu ayette “ısrun” kelimesinin anlamı; ağır bir anlaşma ya da ağır bir sorumluluktur.
Bu ağır sorumluluk; kitap ehlinden olan insanların yeni bir Allah rasulu geldiğinde ona inanmak ve yardım etmek sözü ve görevidir. Fakat kitap ehlinin çoğu bırakın iman edip yardım etmeyi; yeni gelen Allah rasullerini ya yalanlayarak ya da öldürerek düşmanlık etmiştir. Bu, aynı zamanda insanlar ile Allah arasında yapılmış bir anlaşmadır. Çünkü ayetin sonu, alınmış ve verilmiş sözlerin sonunda karşılıklı şahitlik ile bitirilmiştir.
2) Araf-157: “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi nebiye TABİ OLURLAR. O ki, onlara iyiliği tavsiye eder ve onları kötülükten meneder, onlara güzel şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılar. Onların üzerlerindeki cezaları(اِصْرَهُمْ) ve prangaları kaldırıp atar. Ona İMAN EDENLER, ona SAYGI GÖSTERENLER, ona YARDIM EDENLERve onunla beraber indirilen nura (Kur’ana) TABİ OLANLAR işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Bu ayette ısrun kelimesi; ceza anlamındadır.
Misal; İsrailoğullarına hem Allah tarafından verilmiş yasaklarla (bazı gıdaların haram edilmesi) hem de tüm gıdalar helal olmasına rağmen kendi kendilerine haram oluşturarak verdikleri cezalar onlar için ciddi sorundu.
Enam-146. ayette Allah; tükettikleri gıdalarına getirdiği kısıtlama ve verdiği haram hükmünün, aşırılıkları yüzünden onlara ceza olduğunu ilan eder.
Araf-157. ayetse gıdaları da kapsayacak şekilde onların üzerindeki bu kısıtlamaların kaldırıldığını beyan ederek, ısrun kelimesinin ceza anlamına geldiğini açıkça beyan eder. Kur’an kendini tefsir eden bir kitaptır dememiz nedensiz değildir.
Gördüğünüz üzere “ısrun” kelimesinin Kur’andan hem ceza hem de ağır sorumluluk veya anlaşma olduğunu ispatlamış olduk.
Birileri hala Kur’anda eş anlam veya eş seslilik yok derse, bu konuyu hatırlamanızı önemle tavsiye ederim. Araplar dahi kendi dillerinde eş anlamlı ve eş sesli kelimeleri kullandığını beyan ederken, bazı kesimlerin ısrarla bunu reddetmesini, meallerin anlamlarını daraltma gayreti olarak değerlendiriyorum. Anlamı daraltılmış ve değiştirilmiş meal, sizi Allah’ı suçlamaya ve O’ndan uzaklaştırmaya sevk eder.
Arapça kutsal veya Kur’an için oluşturulmuş hususi bir dil değildir.
Ve tüm dillerde eş anlamlı ve eş sesli kelimeler mevcuttur. Allah da Kur’anı indirirken Arap dilinin bu özelliklerini kullanmıştır. Yani her şey son derece olağandır. Gelelim son ayetimize;
3) Bakara-286: “…(Herkesin) kazandığı (iyilik) lehine, kazandığı (kötülük) aleyhinedir. Rabbimiz, eğer unutur veya hataya düşersek ne bizi helak et(اَخَذَ) ne de bizden öncekilere verdiğin gibi bize bir ceza(اِصْرًا) ver(حَمَلَ). Rabbimiz bize, kendisine karşı gücümüzün olmadığı şeyleri verme. Bizi affet. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et!”
(اَخَذَ): Eliyle aldı; kavradı; kendisi için bir şey aldı; onu ele geçirdi; onu aldı veya edindi; zorla aldı; el koydu; onun üstesinden geldi veya yendi, cezalandırdı ve helak etme gibi anlamlara sahiptir.
(اِصْرًا) kelimesinin ceza anlamına geldiğini Araf-157. ayetten ispatlamıştık.
(حَمَلَ): Bir şeyi sırtlanmak, taşımak, alıp götürmek, (kadın için) hamile kalmak, yüklemek, taşımak, bindirmek, (kızgınlık) göstermek, (kendini) yormak, saldırmak, teşvik etmek, sorumlu olmak, (ağacın) meyve vermesi, (ilmi) aktarmak, (emaneti) üstlenmek, kaldırmak gibi anlamlara sahiptir.
(حَمَلَ) kelimesinin kök anlamını hamile ve yük diye kısıtlayanlar;
Kur’anda taşımak kelimesi için, yük taşınır dolayısıyla taşıma anlamına gelir; bindirmek anlamında kullanılan kelimeyi ise yükün yüklenmesine bindirme denir diyerek izah etmeleri çok normaldir ve Kur’an metodudur ama;
“Ağaç yüklendi” anlamına da sahip olan (حَمَلَتِ الشَّجَرَةُ) cümlesi için “Ağaç meyve verdi.” demek, o metoda öyle aykırıdır ki tüm metotları alt-üst etmiş olursunuz! Oysa ağacın yüklenmesi ancak meyve vermesi ile mümkündür ve bu anlam, söz konusu metoda aykırı da değildir.
Kaldı ki ayette “ne ….ne de” anlamına gelen “لَا….وَلَا” kalıbı mevcuttur. Bu kalıbı görmeden meal etmek, anlam bütünlüğünü sağlamada elinizi zayıflatır. Çünkü ayet; özel durumlara karşı 2 şekilde de muamele edilmemesi talebinden bahsetmektedir.
Tüm bu bilgileri metne yerleştirdiğimizdeyse yukardaki meal anlamca da bütünlük sağlamaktadır.
Ayetin başında iyiliklerin lehe, kötülüklerin aleyhe olduğu açıklandıktan sonra devamında unutma ve hata durumu gibi özel durumların kişinin elinde haklı mazeretler olabileceği için helak edilmeme talebi ile önceki kavimlere verilen cezaların verilmeme talebinden dua formatında söz edilmektedir.
Eğer ilgili cümle “…Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!…” şeklinde meal edilirse;
Allah öncekilere daha ağır yük mü yüklemiş? sorusu cevap ister. Bu Allah’ın kullarına ayrımcılık yaptığı anlamına gelir O’nun adalet anlayışına uygun değildir. O zaman öncekilerin, bizim suçumuz neydi ki de sonrakilerin yükünü hafif tuttun? itirazı çok haklı bir itiraz olur.
Şunu tekrar söylemek isterim kıymetli arkadaşlar. Eğer Allah’ı Kur’andan tanımışsanız, hatalı meal idrakınıza sığmayacaktır. İşte bu huzursuzluk hali, hala hanif olduğunuzun işaretidir. Hanifliğimizi korumamız duasıyla..